GROWTH; CAPTURİNG OPPORTUNITIES
“Büyüme” kavramı, 20. yüzyılın ikinci yarısından beri gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra yatırımcıların da gündemini meşgul eden konuların başında geliyor.
Bugün 6 milyarı aşan dünya nüfusunun 4/3’ü halen azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde gelişmekte olan ülkelerde, hane başı gelirde 8,5 trilyon doların üzerinde bir artış olacağı öngörülüyor. Çokuluslu ilk 500 şirketin 117’si yatırımlarını bu ekonomilere yönlendirmiş durumda ve özellikle dünyanın en kalabalık ulusu ve en hızlı büyüyen ekonomisi olan Çin, yatırımcıların favorisi. Sadece Hindistan ve Çin pazarı çokuluslu şirketlerin ve yatırımcıların hedefledikleri büyümede %40’lık bir dilimi oluşturuyor. 2020 yılına kadar Türkiye de gelişmekte olan ekonomiler arasında ilk sıralara yükselecek.
Fırsatların bu kadar büyük olmasının yanı sıra fırsatları yakalamanın önünde duran engeller de bir o kadar büyük. Gelişmekte olan pazarlara girerken karşılaşılan zorluklar göz önüne alındığında; yaygın görüş şirketlerin bu pazarlarda büyüyebilmelerinin tek yolunun “maliyetleri azaltmak ve “az karlılık” olduğu yönünde. Bununla birlikte zorluklar göz korkutucu görünse de, yatırımcılar bu yaygın görüşe ayak diremekte ve büyüme oranı yüksek pazarlarda olası pazar fırsatlarını avantaja çevirecek yeni iş modellerini ve yaklaşımlarını hızla hayata geçirmeye çalışmaktalar.
“Geleceği tasarlamanın en iyi yolu, onu yaratmaktan geçer”
Bu rekabetçi manzarada, belirli ürün ve hizmetlerin tüketimi açısından, farklı pazarların nerede yer alacağının belirlenmesi önemli bir nokta. Gelişmekte olan piyasalarda başarılı olabilmek için bir diğer önemli nokta ise “geleceği şekillendirmek” ve “yeni pazarlar geliştirmek.” Hem şirket, hem de tüketici açısından rekabetçi avantaj yaratmak kolay olmasına rağmen yapılması bir o kadar da zor bir iş. Bu dönemde beklenilen büyümeyi yakalayacak olan şirketler, var olan ürün ve hizmetlerde fiyat üzerinden rekabet etmek yerine, gelişmekte olan pazarlarda henüz karşılanmamış ihtiyaçları tanımlayan ve iş modellerini bu pazarlara göre değiştirmeyi keşfedebilen şirketler olacak.
Şu Anda Çok Daha Fazla Küreselleşmiş Bir Dünyada Yaşıyoruz.
Türkiye’nin de dahil olduğu bazı ülkeler küreselleşme süreci içinde dünya ekonomisinin bir parçası haline geldiler. Yabancı yatırım da Türkiye için son derece önemli bir ekonomik unsur olarak öne çıkıyor. Türkiye giderek hem yurtdışından daha fazla teknoloji alıyor, hem de yurtdışında kendi gelir düzeyinde olan ülkelerle rekabet içinde. Küreselleşen bir ülkede en önemli avantajlardan biri yabancı yatırımın ya da yabancı teknolojinin Türkiye’ye ya da gelişmekte olan herhangi bir ülkeye çok daha hızlı gelebilmesi. Türkiye aslında şanslı bir dönemden geçiyor. Yapılan reformlara duyulan güvenden dolayı ekonomisi son dönemlerde diğer ekonomilerle karşılaştırıldığında % 10’a yakın büyüyen ender ülkelerden biri. Reformların yarattığı bu fırsatın iyi kullanılması gerekiyor. Enflasyonun gerileme trendinde olması da bizim için bir avantaj tabii Enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide büyük bir belirsizlik vardır ve bu belirsizlik yatırımı köstekler ve böyle zamanlarda insanlar ne tür ekonomik ilişkilere gireceklerini bilemezler.
Bugün dünyadaki hiçbir ülkenin gerçek anlamda sürekli devam eden bir büyümesi yok. Her ekonomi durgunluğa giriyor. Sürdürülebilir büyüme dediğimiz zaman kendi içinde bir krize yol açacak dinamikleri olmayan bir büyümeden bahsediyoruz. Türkiye’nin buna varabilmesi için yabancı sermayeye, yeni şirketlere daha fazla açık olması, bankacılık sektörünün tüketicilere, orta ölçekteki üreticilere daha fazla kredi vermesi ve en önemlisi makroekonomik ve siyasi istikrarı yakalaması gerekiyor. Bunlar gerçekleştiğinde sürdürülebilir büyüme için bir ortam hazırlamış olacağız. Ancak bunlar yapılabilirse gelecek 5-6 yıl içinde Türkiye’nin çift haneli bir büyüme hızına ulaşması çok mümkün. Türkiye gibi bir ülkenin bu oranda büyümesi de büyük bir başarı olur. Türk ekonomisinde sürdürülebilir büyümeye engel olabilecek karakteristik özellikler var. En büyük riskler siyasi istikrarsızlık ve tekeller. Hala Türk ekonomisi çok rekabetçi ve büyük bir ekonomi değil. Büyük şirketler en üretken şirketler olmalarına rağmen aynı zamanda tekelleri de var ve Türkiye’deki tekel durumunun kırılamaması sürdürülebilir büyümenin önündeki en önemli engeller arasında.
Bolluk Çağındayız
Günümüzde tüketicilerinin tutum ve davranışları çok fazla çeşitlilik göstermekte. Hepimiz bir markanın ya da ürünün bize sağlayacağı güvenin peşindeyiz. Kişiliğimizi yansıtan ürünleri, markaları seçmek ve kullanmak bizde müthiş bir özgüven yaratıyor. Bu duygular, kullandığımız arabaya, içtiğimiz içeceğe, giydiğimiz kot pantolona kadar yansıyor. Ancak tüketicinin tüm ihtiyaçları duygusal değil, tüketicinin pratik ihtiyaçları da var. Ciro hedefleri, kar ve zarar raporları tutmasalar da, onlar da şirketler gibi bütçeler ve takvimler hazırlıyorlar. Dolayısıyla, tüketiciler de şirketler gibi satın alacakları ürün ve hizmetlerin kullanımının kolay, etkin ve elverişli olmasını bekliyorlar. Ayrıca, satın alacakları ürün ya da hizmetin bunları karşılamasını da talep ediyorlar.
Şirketlerin istedikleri ölçüde büyüme sıkıntısı çekmelerinde en önemli faktör ürünlerin her geçen gün birbirine daha çok benzemesi. Ürünler arasında fark kalmayınca, tüketiciye ürününüzü ve hizmetinizi seçmesi için anlamlı ve akıllı bir neden vermemiz gerekiyor. İşte bu noktada tüketicilerini dinleyen, onların ne istediklerini anlamaya çalışan markalar, istedikleri karlılığı ve büyüme oranlarını yakalayan şirketler oluyorlar. Büyüme için pazara sürekli tüketici ihtiyaçları ve arzuları ile örtüşen, yaratıcı ürün ve hizmetler sunmak gerekiyor. Ürün/hizmet, yeni süreç, yeni organizasyon ve yeni pazar/pazar dilimi yaratarak hedeflenen büyümeyi yakalamada pazar odaklı bir yaklaşım geliştirmek için de “pazar boşluklarını” ve “tüketici eğilimlerini” erken sezebilmek şart.
Gelişmekte olan pazarlarda tüketicinin ihtiyaçlarına cevap verebilmek, tüketiciye yönelik, sunulan ürün ve hizmetleri farklılaştırabilmek, sadakat yaratmak, pazar fırsatlarını genişletmek için yatırımcılar tüketicilerin ne istediklerine ve ne istemediklerine kulak vermek zorundalar. Bu doyurulmamış pazarlarda yapılması gereken işi aydınlatmak için açık uçlu mülakatlar, ayrıntılı gözlemler, etnoğrafik çalışmalardan alınan hızlı dönüşler en ayrıntılı ve mükemmel şekilde hazırlanmış stratejik planlardan daha etkili bir yol göstericidir.