Çokluğun Ritmi, tüm tekil farklarımızın rengarenk çoğulluğudur. Tek renk dayatmasının karşısındaki çok renkliliğimizin birlikte dans etmesidir… Pazarlama dünyasının uzundur ölüme yatırdığı ana konusudur. Çokluğun Ritmi tekrar canlandırılmayı bekliyor. Çünkü ancak Çokluğun Ritmi canlandığında kaybettiğimiz “biz” hikayeleri geri gelir ya da yeniden yazılır. Kendi hızında, sesinde, vicdanında yeniden birbirimizi duyar, anlar, yeniden renklenir, birlikte eğlenir, dans eder ve gerçekten yine bizler oluruz…
Çokluğun Ritminde Yaşa!
Neredeyiz?
Hem şehrin hem de dijitalin tüm sokaklarında çok öfkeli ve kavgalıyız…
Ekonomik krizlerimiz, askeri darbelerimiz, sistem değişikliklerimiz, pandemi bezginliğimiz, yetişemediğimiz hayat pahalılığı, büyük depremlerimiz, kaybedilen canlarımız, göçlerimiz, göçmenlerimiz, çarpık melezleşen kültürümüz, neredeyse hiçbir konuda el sıkışamadığımız sorunlarımız, kaybolan hikayelerimiz… Ve yeni gelecek nice krizlerimizden korkup, yine sahipsiz kalacağız bilgisinin kederi. Omuzuna yaslanıp dinlenmeye çalıştığımız kaderlerimiz. Hem şehrin hem de dijitalin tüm sokaklarında bitmeyen kızgınlıklarımız ve kavgalarımız…
Biz olma duygumuzu kaybettik.
Bizi anlatan, buluşturan hikayelerimiz, heyecanlandığımız markalarımız, sokaklarımız, oyunlarımız, filmlerimiz, meydanlarımız, komşularımız, aşklarımız, şarkılarımız, bayram günlerimiz, hazlarımız, eğlencelerimiz, ritüellerimiz vs vardı… Hayır! Hiçbiri zamanın ruhuna kurban gitmedi! Zamanın eli dönüştürür, yok etmez!
Hepsi gerilimlere, yaşadığımız hayal kırıklıklarının biriktirdiği travmalara, kendi öfkeli doğamıza, kurban edildi. Artık memelerimizi hoplata hoplata her şeye birlikte gülüp, ağladığımız şişman ve sevimli yengelerimiz çocukluk nostaljimiz oldu.
Yani hepimizin kendi derdimize düşüp; gerilimlerimizle patlatıp, paramparça ettiğimiz “biz olma duygumuz”. Nasıl “Biz” olunuyordu?
Sadece grinin bin bir tonuna halk denir?
Geldiğimiz yer; ortalığa saçılmış, kendi enkazını kaldırmaya çalışan grinin her tonu kalabalıklar. Tekrar kendi oyununu kurmaya uğraşan, kendi saatini tamir etmeye/yaşamaya çalışan, oraya buraya koşturan açıktan koyuya grileştirilmiş degrade koskoca bir “halk”… sağdan da hizalansan, soldan da hizalansan, üstten de baksan, alttan da… Grinin bin bir tonundan birini seçmek zorundasın. Çünkü sadece buna “Halk” denir.
İçsel farklarımızı, renklerimizi yaşayıp, bize benzeyenlerle yan yana gelmek. Çokluğun Ritminde yaşamak.
ÇOKLUK ise her renkten, her yaşama biçiminden, her inançtan, kültürden, ırktan, farklı etnik kökenlerden, toplumsal cinsiyet ve cinsellik farklarından, farklı emek biçimlerinden, farklı yaşama tarzlarından, farklı dünya görüşlerinden vs oluşur. ÇOKLUK: tüm tekil farklarımızın çoğulluğudur. Tek renk dayatmasının karşısındaki çok renkliliktir.
Mutlu gün hayalleri kurmak? Nasıl kurulur? Unuttuk mu?
İşte tam da bu yüzden,
Çokluğun hep yeni oyuncaklara, yeni oyun alanlarına ihtiyacı vardır. Çokluklarla konuşan yeni markalara / inovasyonlara ihtiyacı vardır. Çokluklarımızı merak eden (kolaycılığa kaçmayan) araştırmalara, derinde hareketlenen fay hatlarını anlamaya çalışan stratejilere ihtiyacı vardır. Çokluklarla buluşmayı, buluşturmayı gerçekten isteyen yepyeni kanallara ihtiyacı vardır. Çokluğun herkesi ortak kesen şeffaf çevre ve kentleşme politikalarına, ekonomik şikayetlerini duyacak kulaklara ihtiyacı vardır. Çokluğun kendi hızında, inancında, hazzında, eğlencesinde, renginde yaşamaya ihtiyacı vardır. Çokluğun gelişen teknolojiye ve teknolojinin iyi kullanımına ihtiyacı vardır. Çokluğun sanatta yeni bakış açılarına ihtiyacı vardır. Çokluğun her renkten STK’larda itiraz etme hakkına ihtiyacı vardır. Mutlu gün hayalleri kurmaya ve onlara inanmaya ihtiyacı vardır… Kısacası “çokluğun” kendi ritminde nefes alıp, vermeye canlanmaya ihtiyacı vardır.